Hayatımızın neredeyse her alanında elektronik sistemlerle
karşılaşmaktayız. Bu sistemler artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur
ve her yeni günde çeşitli elektronik devrelere sahip milyonlarca alet
üretilmektedir. Bu elektronik devrelerin tasarlanıp üretilmesinde kullanılan
teknolojiler de geçmişten günümüze büyük gelişim göstermiştir.
Devam etmeden önce Elektronik Mühendisi ve Programlama ve Gömülü Sistemler hakkındaki bu konuyla alakalı yazılarımı okumanızı tavsiye
ederim.
Hep birlikte geçmişe gidelim. İlk başlarda sadece
transistörler vardı. Bunları bir çeşit elektronik kuvvetlendirici veya anahtar
olarak düşünebiliriz ama bunlar mevcut olan vakum tüplerine göre çok daha küçük
boyuttaydılar. 1950’li yılların sonlarındaysa Jack Kilby’nin liderliğinde Texas
Instruments ve diğer bazı şirketler birkaç transistörü bir parça silicon
üzerine gömmeye çalıştılar ve sonrasında da ilk entegre devre (IC: Integrated
Circuit) geliştirilmiş oldu. Bu buluş geçtiğimiz yüzyılın en önemli ve insan
hayatını en çok etkileyen gelişmesiydi ve doğal olarak Jack Kilby’e Fizik
dalında Nobel ödülünü kazandıracaktı.
1960’lı yılların başında ilk entegre (tümleşik) devrelerin geliştirilmesi,
Mikroelektronik alanını ortaya çıkararak büyük bir yeniliğe imza atmıştır.
Elektronik devreler çeşitli aktif ve pasif elemanları bünyesinde barındırır ve
entegre devrelerde bütün bu elemanlar tek bir çip üzerine gömülüdür. Zaman
içerisinde ihtiyaç duyulan performansa göre küçük, orta ve geniş ölçekte entegre
devre tasarım teknikleri geliştirilmiştir. Sonrasında VLSI (Very Large Scale
Integration – Çok Geniş Ölçekli Entegrasyon) teknolojisi ile birlikte on
binlerce transistörü bünyesinde barındıran entegre devreler geliştirilmiştir. Bu
entegre devreler genellikle belli bir uygulamaya özel olarak tasarlandıkları
için ASIC (Application Specific Integrated Circuit – Uygulamaya Özel Entegre
Devre) olarak adlandırılmaktadırlar. Entegre devreler geliştirilmeden önce
vakum tüpler kullanılarak geliştirilen 30 tonluk oda büyüklüğündeki
bilgisayarlar düşünüldüğünde, transistörlerin icadının ve VLSI teknolojisinin
elektronikte bir devrim olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.
ASIC’i spesifik bir uygulama için tasarlanmış bir çip olarak
tanımlayabiliriz. Örnek olarak bir video kameranın içinde bulunan görüntü
işlemeye yarayan elektronik çipi verebiliriz. Bununla birlikte ilk ASIC
tasarımlar sadece lojik fonksiyonları gerçeklerken, günümüzde analog sinyalleri
ve dijital sinyalleri işleyebilen ASIC tasarımlar da mevcuttur. Bu karışık
sinyalli ASIC’ler özellikle bütün sistemin tek bir çip üzerinde (SoC: System on
Chip – Çip Üzerinde Sistem) olmasından dolayı çok kullanışlı olmakta ve birçok
uygulamada kullanılmaktadır.
ASIC tasarımlarının geliştirilmesi ve üretilmesi çok
masraflıdır. Birim ürün başına düşen masrafı azaltmak için de genelde
yüzbinlerce ürünün seri üretiminde bu teknoloji kullanılmaktadır. Beraberinde
yüksek performans, düşük alan ve düşük güç tüketimi getirdiklerinden dolayı
bugün dahi cep telefonlarında, bilgisayarlarda ve seri üretime uygun olan diğer
birçok alanda kullanılmaktadır. 1970’lerde ise Intel’in geliştirdiği ilk mikroişlemci olan
4004 ile mikroişlemciler de piyasadaki yerini almaya başlamış ve bu yeni teknoloji
ile birlikte, aynı entegreler tekrar tekrar programlanabilmiş ve kısıtlı da
olsa fonksiyonellik sağlanabilmişti.
Bir mikroişlemci içerisindeki transistörler daha önceden
belirlenmiş bazı komutları gerçekleştirmek için zekice dizilmişlerdir. Bu
komutlar temelde toplama, çıkarma, karşılaştırma gibi matematiksel işlemlerdir
aslında. Bir kod sayesinde mikroişlemciye hangi komutları hangi sırayla
uygulaması gerektiğini söyleyerek o mikroişlemciyi yapması gereken iş,
fonksiyon için programlamış oluruz. Farklı bir program sayesinde de yeni bir
uygulama oluşturmuş oluruz aynı mikroişlemciyle. Ama mikroişlemcilerde komut
kümesi sabittir ve kullanıcı kendi ihtiyacına göre bir komut oluşturamaz,
elinden geldiğince mevcut komutları kullanarak uygulamasına çözüm bulmaya
çalışır. Bu çoğu zaman yeterli olmaktadır ama performans ve diğer açılardan
yeterli olmadığı diğer durumlarda başka çözümlere yönelmek gerekmektedir.
Mikrodenetleyiciler ise elektomekanik sistemleri yönetmek
amacıyla bir mikroişlemci çevresinde yapılandırılmış bellek, programlanabilir
giriş ve çıkışlar, analog-sayısal dönüştürücü, sinyal üretici, iletişim
arabirimi, kristal salınım üretici gibi çevre birimlerinin tümleşik bir biçimde
yani tek bir yonga şeklinde üretildiği gömülü sistem elemanlarıdır. Günümüzde
entegre üretimi yapan Intel, Atmel, Microchip, Texas Instruments vb. birçok
firma farklı özelliklere sahip mikrodenetleyiciler üretmektedir.
1985 yılında ise Xilinx firması ilk FPGA’i (Field
Programmable Gate Array – Alanda/Sahada Programlanabilir Kapı Dizileri)
geliştirmiş ve mikroişlemciler ile birlikte gelen fonksiyonellik üst seviyelere
taşınmıştır. En başlarda performans olarak ASIC teknolojisinin çok gerisinde
olan FPGA teknolojisinin, donanımın yani lojik hücrelerin ve bağlantıların
tekrar tekrar programlanabilmesi ve paralel işlem yapabilme gibi imkânlarına
sahip olması nedeniyle bu alanda araştırmaya ve geliştirmeye önem verilmiş ve
günümüzde FPGA teknolojisi performans olarak ASIC teknolojisine çok
yaklaşmıştır.
Sonuçta transistörlerin icadı ve sonrasında binlerce
transistörü bünyesinde barındırabilen entegre devrelerin geliştirilmesiyle
birlikte performans artmış; maliyet, güç tüketimi ve devrenin kapladığı alan
azalmıştır. Bu sayede entegre devrelerin kullanımı yaygınlaşmıştır. Bugün dahi
savunma sanayisinden otomotiv sektörüne, tüketici elektroniğinden yapay zekaya
kadar birçok alanda entegre devreler kullanılmaktadır.
Yazının devamı niteliğindeki FPGA ve Özellikleri ve FPGA Teknolojisinin Geleceği ve FPGA Tasarımınında Yol Haritası hakkındaki yazılarımı okuyabilirsiniz.
Yazının devamı niteliğindeki FPGA ve Özellikleri ve FPGA Teknolojisinin Geleceği ve FPGA Tasarımınında Yol Haritası hakkındaki yazılarımı okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder